Türkiye: 80 Milyonluk Panoptikon

Photo by Larry Farr on Unsplash

İngiliz Filozof Jeremy Bentham tarafından ortaya atılan Panoptikon modeli, aslında bir otosansür mekanizmasıdır. Halka şeklinde dizilen ve ön cepheleri tamamen açık olan hücrelerde bulunan mahkumlar, halkanın merkezinde bir deniz feneri gibi dikili duran gözetleme kulesindeki gardiyanların ne zaman kendilerini izlediğini, ne zaman izlemediklerini bilemeyecekleri için cezalandırılmamak adına kendi hareketlerini denetlemek ve yanlış bir şey yapmamak zorunda kalacaklardı. Bentham, geliştirdiği modeli tanımlarken “bir üst aklın, gücü elde etmesinin yeni bir modeli” olarak ifade etmiştir. Nazi Almanyası’nda teoriden uygulamaya geçirilen bu cezaevi modeli gerçekten de başarılı(!) sonuçlar vermiştir.

Son birkaç yıldır ana vatanım olan Türkiye, 80 milyonluk bir panoptikon hapishaneye dönüşmüş durumda. Esasında devlet kurumlarının dijital ortama taşınması ve vatandaşların fiziken kamu kurumlarına (örneğin nüfus müdürlüğüne ya da vergi dairesine) gitmeden birçok işlemi internet (ve akıllı telefon uygulaması) yoluyla yapabilmesi, bu sayede hem vatandaşların hayatlarını kolaylaştırmak, hem de kamu çalışanları üzerindeki iş yükünü azaltmak amacını taşıyan e-devlet sistemi, kurulduğu günden bu yana bir past-panoptikon gözetleme kulesi gibi çalışmakta. Aynı şekilde temel işlevi vatandaşların çeşitli şikayet, öneri ve dileklerini devletin en üst kurumu olan Cumhurbaşkanlığı (fiiliyatta Devlet Başkanlığı) makamına iletebilmeleri için bir tür “iletişim hattı” olan CİMER (Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi) neredeyse kurulduğu günden bu yana savcılık ile polis merkezi görevlerini aynı anda yürütmekte.

Sosyal medyada, özellikle de seçimler önceleri ya da ekonomik kriz zamanları ateşli siyasi tartışmalara tutuşan vatandaşlar, katılmadıkları (ya da beğenmedikleri) görüşlere sahip Facebook ve Twitter gönderilerini ekran görüntüsü alarak CİMER üzerinden doğrudan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a şikayet etmekte bir tuhaflık görmüyorlar. Elbette bu şikayetlerin tamamının Erdoğan’ın partisi siyasal İslamcı AKP ve iktidar ortakları, aşırı milliyetçi MHP taraftarlarınca yapıldığını söylemeye gerek yok. Şikayet edilenler ise elbette Erdoğan rejimine ve AKP-MHP hükümetinin çalışmalarına muhalif olanlar ve karşı sesler çıkaranlar. Maalesef Türkiyeli sosyal medya kullanıcıları, görüşlerine katılmadıkları insanlarla medeni tartışmaya girmeyi ya da kendilerine uygun olmayan ifade ve söylemleri ignore etmeyi bilmiyor.

Elbette dünyanın başka ülkelerinde de katılmadıkları görüşleri ve ifadeleri şikayet edenler vardır. Özellikle Facebook ve Twitter’ın “denetim merkezi” işlevi gören mekanizmaları, hoşlarına gitmeyen bir gönderiyi sildirmek amacıyla şikayet eden, dünyanın her yerinden milyarlarca bildirim ile dolup taşıyor. Ancak sanmıyorum ki, hiçbir devletin doğrudan devlet başkanlığı makamı, kendisine gelen bu sosyal medya şikayetlerini ciddiye alıp, bir görev kabul ederek yasal işlemler başlatmıyordur. Türkiye hariç.

Evet, Türkiye’de bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı temsil eden Cumhurbaşkanlığı İletişim Merkezi, kendilerine gelen bu tip “şikayetleri” doğrudan savcılara ve polis birimlerine iletmekte. Savcılar ve polis yetkilileri tarafından da ciddiyetle ve titizlikle incelenen bu sosyal medya gönderilerinin sahipleri hemen tespit edilip, haklarında “Cumhurbaşkanı’na hakaret” , “Türklüğe hakaret” , “Devleti küçük düşürme” ya da “Halkı İsyana Teşvik Etme” gibi ifade ve düşünce özgürlüğüne aykırı suçlamalarla davalar açılmakta. Ve çoğu da (bu makalenin yazarı olan ben gibi) yıllarca hapis cezalarına çarptırılmakta.

Türkiye’nin 20 senedir tek adam diktatörlüğüyle ve siyasal İslam — aşırı milliyetçi rejimle yönetildiğini bir kez daha hatırlatmakta fayda var.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat kendi iletişim hattının haricinde, bir de Türkiye’de sosyal medyada “devriye atan” polisler var. Evet, size biraz garip gelebilir. Ancak Türk Emniyet Teşkilatı tarafından bizzat yasal bir uygulama olarak yapılan bu eylemin ismi de gerçekten “sanal polis devriyesi”. Yani görevi sosyal medyada gezmek olan polis memurları var ve bu polis memurları, Twittter’da, Facebook’ta dolaşarak (yani “devriye atarak”) bizzat Devlet Başkanı Erdoğan’ı, hükümeti ve devletin kurumlarını eleştiren sosyal medya gönderilerini tespit edip, bunları yazan kişiler hakkında soruşturma başlatmakta.

Öte yandan, Erdoğan ve hükümeti, tüm bunları daha da kolaylaştırmak ve yasal bir zemine oturtmak için geçtiğimiz aylarda adına “Sansür Yasası” denilen bir yasa çıkarttı. Resmi adı “Bilgi Kirliliği ile Mücadele Yasası” olan yasa, hükümete, hakim ve savcılara ve polis güçlerine sosyal medya platformlarından (örneğin Twitter ya da Facebook’tan) anonim dahi olsalar, istedikleri hesabın kullanıcı bilgisini (IP adresi gibi meta verilerini) talep etme hakkı sağlıyor. Eğer söz konusu sosyal medya platformu, kullanıcının IP adresi ve diğer kişisel bilgilerini Türkiye otoritelerine vermezse, söz konusu platforma Türkiye’den giriş devlet eliyle kısıtlanıyor ve reklam alamama cezası gibi maddi cezalar veriliyor. Son olarak Türkiye’nin güney doğusu ve Suriye’nin kuzeyinde resmi olmayan rakamlara göre 350 bin kişinin öldüğü, 3,5 milyon kişinin yaşadığı bir coğrafyada yaşanan büyük depremler sonrası Twitter üzerinde artan protestolar karşısında Erdoğan Hükümeti, ülkede Twitter’a erişimi engelleme kararı aldı ve saatler boyunca sosyal medya platformuna sadece VPN kullanılarak girilebildi.

Sosyal medya organlarında “sanal devriye” görevi yapan polislere, hoşa gitmeyen bir sosyal medya gönderisini “ihbar etmenin” de kolayı var. Gördüğü bir tweet hoşuna gitmeyen hükümet destekçisi ya da milliyetçi bir sosyal medya kullanıcısının, ilgili tweet’in altına Türk Emniyet Teşkilatı’nın Twitter hesaplarını etiketlemesi yeterli oluyor.

Elbette, yukarıda da belirttiğim gibi özellikle seçimler zamanları, ekonomik krizin arttığı dönemlerde, siyasi krizlerde ya da deprem felaketi gibi toplumsal öfkenin patlama yaptığı dönemlerde bu şikayetlerin sayısı günde yüzbinlerce adeti bulabiliyor ve Türk polisinin ve savcılarının tüm bu şikayetlere aynı anda yetişebilecek kapasitesi yok. Ancak yazının başında belirttiğim Panoptikon Cezaevi Modeli, işte burada vücut buluyor. Sosyal medyadaki muhalif kişiler, her attıkları tweet ya da her Facebook paylaşımının polise ya da savcılara ya da bizzat Diktatör Erdoğan’a şikayet edilebileceği korkusuyla yaşamak zorunda bırakılıyor. (Bu arada tam burada bir de not düşmek lazım, Erdoğan Hükümeti’nin çıkarttığı sansür yasasında, eğer bir sosyal medya kullanıcısı, hesabını gerçek adı ve soyadı ile değil de, bir takma isim ile açmışsa, alacağı hapis cezası daha da arttırılıyor. Yani anonim karakterler de Panoptikon Gözlem Kulesi’nin radarından kaçamıyor.) Ve bir sabah kapılarına gelen polisin kendilerini ifade vermek üzere polis merkezine ya da doğrudan adliyeye götürmeleri ile acı gerçeği öğreniyor.

Evet, anlayabileceğiniz üzere Türkiye, tahammülsüz paranoyakların kulelere doluştuğu, muhaliflerin ise şeffaf hücrelere hapsedildiği 80 milyonluk bir Panoptikon Hapishanesi.

Özgürlük umuduyla.

--

--

Kaan Goktas 🏳️‍🌈🇪🇺🏴‍☠️🗽
Kaan Goktas 🏳️‍🌈🇪🇺🏴‍☠️🗽

Written by Kaan Goktas 🏳️‍🌈🇪🇺🏴‍☠️🗽

opposition journalist, cypherpunk, activist, blogger, author. https://kaangoktas.net @kaangoktas@mastodon.berlin

No responses yet