DEPREM VE DİKTATÖRLÜK
Bu yazı, Center for Stateless Society (C4SS)’te yayımlanan Earthquakes and Dictatorship başlıklı makalemin Türkçe çevirisidir. Orijinalini okumak için: https://c4ss.org/content/58213
Türkiye ve Kuzey Suriye, 6 Şubat 2023 sabaha karşı saatlerinde art arda iki büyük depremle sarsıldı. Yaklaşık 3,5 milyon insanın yaşadığı Türkiye’nin Güney ve Doğu Anadolu’daki 11 şehri ve Suriye Kürdistanı depremlerden çok ağır biçimde etkilendi. Felaketin gece sabaha karşı saatlerde herkes evlerinde, yataklarında uyumaktayken yaşanması, enkaz altında kalanların sayısının en üst seviyede olmasına neden oldu. Onbinlerce bina deprem anında, bir o kadarı ise takip eden saatler içerisinde gerçekleşen artçı depremler esnasında yıkıldı.
Depremden sonra Türkiye Devleti’nin yetkili kurumlarının olaya müdahale etmekte geç kalması, yardım ve kurtarma ekiplerinin zamanında ulaştırılamaması, var olan ekipler arasında koordinasyon kurulamaması, mobil telefon altyapısının çökmesi ve deprem bölgesinde iki büyük askeri birlik olmasına rağmen, ülkeyi yöneten Siyasal İslamcı Diktatör Recep Tayyip Erdoğan’ın askeri darbe paranoyası yüzünden askerlerin arama kurtarma çalışmalarına katılmalarını yasaklaması yüzünden, depremin en kritik ilk 48 saatinde sayısız insan hayatını kaybetti. Görgü şahitleri, ilk iki gün içinde ölenlerin neredeyse tamamının, enkaz altında kalarak değil, bölgenin acımasız kış şartları nedeniyle donarak öldüğünü ifade etti.
Hükümet, depremde ölenlerin gerçek sayısını da felaketin üzerinden 1 ayı aşkın süre geçmesine rağmen gizlemeye devam ediyor. Sivil uzmanlar ve NGO’lar gerçek ölü sayısının 350–400 bin civarında olduğunu ifade ederken, hükümet tarafından açıklanan rakam ise sadece 47 bin. Türkiye Hükümeti’nin COVID-19 pandemisi esnasında da ölüm sayılarını gizlediği biliniyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ilk iki gün boyunca medyada gözükmezken, depremin ikinci gününde televizyonlarda canlı yayına çıkarak devlet kurumlarının müdahaledeki eksiklerini ve yetersizliklerini eleştirenleri tehdit etti. Erdoğan “Hükümete yönelik eleştirilerde bulunanların hepsini not ediyoruz. Zamanı gelince bu notları kullanacağız.” dedi. Erdoğan, aynı yayında deprem bölgesinde hükümete olağanüstü ve antidemokratik yetkiler veren bir yasa (OHAL) çıkarttığını da duyurdu.
Diktatör Erdoğan’ın bu tehditlerinden sonra, felaketzedelere müdahale etmek için yavaş hareket eden devlet kurumları, protestocuları ve eleştirileri susturmak için jet hızıyla harekete geçti. Önce ülke genelinde Twitter’a erişim engellendi. Kullanıcılar VPN kullanarak sosyal ağa bağlanmak zorunda kaldı. Ancak özellikle deprem bölgesinde, sivil toplum örgütlerinin ve yardımlaşma dayanışma çalışmalarının Twitter üzerinden organize edilmesi nedeniyle bu yasaklamaya çok büyük tepkiler geldi ve yarım gün sonra yasak kaldırıldı. Aynı gün, Reddit benzeri bir forum olan ve ülkenin en çok ziyaret edilen internet sitelerinden biri olan Ekşi Sözlük ile neredeyse tamamı muhaliflere ait olan 300’ü aşkın sosyal medya hesabı ve internet sitesinin de kapatılması için düğmeye basıldı. (Bu siteler halen kapalı.) Gazetecilerin, deprem bölgesindeki kötü görüntüleri kayıt altına alması ve gerçekleri yansıtmasını engellemek için hem Türkiyeli, hem yabancı gazetecilere bir hükümet kuruluşuna başvurarak “akreditasyon kartı” alma şartı getirildi. Elbette bu akreditasyonlar tamamen keyfi biçimde verildi. Mezopotamya Ajansı (MA) muhabiri Mahmut Altıntaş ve JINNEWS muhabiri Sema Çağlak, Urfa’da enkazdaki çalışmaları görüntülemek isterken gözaltına alındı. MA muhabiri Mehmet Güleş’in, arama kurtarma çalışmalarına katılan bir gönüllü ile röportaj yaparken gönüllünün çalışmaları eleştirmesi üzerine röportaj yaptığı kişi ile birlikte gözaltına alındığı bildirildi. Gözaltına alınan gazeteciler “sahtecilikle” ya da haber kaynaklarının kullandığı ve henüz yayınlanmayan ifadeleri nedeniyle “yanlış bilgi yaymak” iddiasıyla suçlandı. (https://www.diclefiratgazeteciler.org/raporlar/depremde-gazetecilere-yonelik-hak-ihlalleri-raporu)
Depremin üzerinden 12 gün geçtiğinde “cadı avı” sosyal medyayı da kapsayacak biçimde büyütülmüştü. Polis yetkilileri, başta Twitter ve Facebook olmak üzere sosyal medya platformlarında depreme ilişkin provokatif paylaşımlarda bulunan 771 hesap tespit edildiğini, 127 kişinin gözaltına alındı, 24 kişinin tutuklandığını duyurdu. (https://www.mlsaturkey.com/tr/13-02-deprem-bolgesinde-calisan-gazetecilere-yonelik-engellemeler/) (https://www.expressioninterrupted.com/investigations-detentions-obstructions-against-journalists-covering-devastating-earthquake/)
Diktatör Recep Tayyip Erdoğan yönetimindeki Türkiye Hükümeti, bir yandan deprem felaketi boyunca yaşanan skandalları örtmek amaçlı çalışmalar yaparken bir yandan da benzeri ancak Hitler Almanyası’nda görülmüş bir propaganda kampanyasına başladı. Diktatör Erdoğan’ın Goebbels’i olarak bilinen Cumhurbaşkanlığı İletişim Danışmanı Fahrettin Altun ve emrindeki sosyal medya troll ordusu tarafından “Asrın Felaketi” adlı bir kampanya başlatıldı. Bu kampanyada devletin yaşananlara müdahale etmekteki eksikliğine ve acizliğine mazeret olarak depremin çok büyük olmasını gösteren ve yanıltıcı teknik bilgiler içeren etkileyici ve profesyonel bir video klip hazırlandı. Çok takipçili bir Twitter hesabı satın alınarak ismi “Yüzyılın Felaketi” olarak değiştirildi. Video bu hesaptan paylaşıma sokuldu ve yine hükümet destekçisi troll hesaplar tarafından viral şekilde yayılmaya başlandı. Söz konusu sosyal medya hesabında, video dışında yaşanan depremin dünyadaki diğer depremlerle kıyaslandığı ve yanıltıcı bilgiler içeren infografikler de paylaşıldı. Gelen yoğun tepkiler üzerine video Asrın Felaketi’nin Twitter, Youtube ve Instagram hesaplarından silindi. Ardından Twitter ve Youtube hesapları da kapatıldı. Bir bağımsız yayın kuruluşu söz konusu hesabın ve videonun, hükümete çok yakın bir şirket tarafından hazırlanarak yönetildiğini ortaya çıkardı. (https://serbestiyet.com/serbestiyet-in-english/felaketin-ortasinda-asrin-felaketi-kampanyasini-kim-yapti-118483)
Bütün bunların yaşanmasındaki temel yasal dayanaklardan biri de; Diktatör Erdoğan ve hükümet ortağı Türk Irkçısı bir parti olan MHP’nin depremden birkaç ay önce çıkarttığı “Sansür Yasası” olarak bilinen kanun. İktidarın “Dezenformasyonla Mücadele Yasası” olarak adlandırdığı ancak kamuoyunda “Sansür Yasası” olarak bilinen kanun ile hükümet, “halkı yanıltıcı bilgi” paylaşan sosyal medya hesaplarının sahiplerine ve internet sitelerine hapis cezası verebiliyor. Üstelik, internetin anonimliği de bu yasada “ağırlaştırıcı sebep” olarak görülüyor. Yani yasaya göre, hükümeti eleştiren bir Tweet atan kullanıcı, eğer kendi gerçek adı ve soyadını değil de, (neredeyse çoğu Twitter kullanıcısı gibi) bir takma isim kullanıyorsa, bu durum alacağı hapis cezasının yarı yarıya artmasına neden oluyor. Ayrıca yasa kapsamında polis ve mahkemeler, sosyal medya kullanıcılarının IP bilgilerini ve meta verilerini ilgili platformlardan talep etme yetkisine sahip. Şayet, örneğin Twitter bir kullanıcının IP bilgisini ve telefon numarası, e-posta adresi gibi kayıt bilgilerini Türk yetkililerine vermezse, para cezasından erişim engeline, Türkiye’de reklam yasağına kadar birçok yaptırıma maruz kalabiliyor.